Ahlakî Tefessüh: Cemaat ve Tecessüs


Ahlakî Tefessüh: Cemaat ve Tecessüs

Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

(Bu makale, küçük çaplı takdim-tehirlerle, 09 Mart 2014 Pazar günü Star Açık Görüş gazetesinde yayımlanmıştır).


Türkiye’deki müslüman toplumun hatırı sayılır bir kısmı Fethullah Gülen ve cemaatini uzun yıllar boyunca dîn-i mübîn-i İslam’a hizmet eden bir ahlak ve fazilet cemaati olarak tanıyıp bildi. Hoş, bundan başka bir karakteristikle tanıması da pek mümkün değildi. Çünkü Gülen 1960’lı yıllardan bugüne kadar devam eden etkili vaaz sergüzeştinde bıkmadan usanmadan hep Allah korkusuna, toprağın altına, uhrevi hayat ve mahkeme-i kübra inancına vurgu yaptı. Sayısız vaaz ve nasihatinde her daim güzel ahlaklı bir insan, fazilet sahibi bir müslüman olma vurgusu da çok önemli bir yer tutardı. Güzel ahlaklılığa vurgunun temelinde gıybet, su-i zan, tecessüs, tahassüs, yalan, iftira gibi reziletlerden uzak durmak, buna mukabil ihsan, birr, takva, hüsn-i muaşeret, af, merhamet, civanmertlik, diğerkâmlık (îsâr) gibi faziletlere ram olmak vardı. Gülen vaazlarının en temel temalarından birini oluşturan sıkı ahlakçılığın cemaat tabanındaki pratik tezahürleri ise ibadet ve taatta devamlılık gibi hasletlerin yanında namahrem kadın ve erkekleri halvetten sakındırmak, çok disiplinli bir haremlik-selamlık uygulamak, azami hassasiyetle gözü haramdan sakındırmak ve insanların mahrem ilişkilerine kayıtsız kalmak, hatta bu konuda kör, sağır ve dilsiz olmakla eşdeğer ölçüde duyarlı davranmak gibi fiillerle ifade olunurdu.

Ama gelin görün ki bugünlerde ülke gündemi “tarihin en büyük tele-kulak skandalı” diye nitelendirilen bir skandalla çalkalanıyor ve bu skandalın kuvvetle muhtemel faili olarak da öteden beri ahlak ve fazilet konusunda ödünsüz bir dinî söylemle tanınan Gülen cemaatine işaret ediliyor. Bu ironik durum, amiyane tabirle “tele-kulakçılık” ve “kasetçilik” diye ifade edilen reziletin İslami ahlak ve edep normları açısından neye tekabül ettiği meselesini kısa ve özlü biçimde ortaya koymayı gerektiriyor. Söz konusu reziletin İslam terminolojisindeki karşılığı tecessüs ve tahassüstür. Arap dilinde,“merak saikiyle gözetlemek, bir haber veya bilginin peşine düşmek, casusluk etmek” gibi anlamlar taşıyan tecessüs ahlâk terimi olarak da bir kimsenin özel durumunu merak edip öğrenmek için onun bilgisi ve rızası dışında gizli teftiş ve araştırmayı ifade eder.

Tecessüs her türlü gizli bilgi edinme çabasını ifade etmekle birlikte İslâmî kaynaklarda daha ziyade kötü maksatlı araştırmalara atıfla kullanılagelmiştir. Hiss kökünden türeyen tahassüs kelimesi de “gizli konuşmaları dinleme, kulak kabartma, bilgi toplama” gibi anlamlara gelir; fakat çeşitli kaynaklarda tecessüsün özellikle gizli kalması istenen bir duruma vâkıf olmak için kötü niyetle araştırmayı, tahassüsün ise bir konuda haber toplamaya çalışmayı ifade ettiği, ilkinin kendi adına, ikincisinin ise başkası adına yapılan araştırmaya karşılık geldiği yönünde nüanslardan da söz edilmiştir. İnsanların mahrem ilişkilerini araştırmak, özellikle cinsel içerikli mahremiyetleri kayıt altına almak gibi fiiller de kuşkusuz tecessüs niteliğindedir; ancak bu tür bir tecessüs, sokak ağzında “röntgencilik”, psikiyatri terminolojisinde ise skoptofili ya da voyerizm diye adlandırılan parafilik sapkınlığa benzer bir davranış bozukluğunu da imler gibidir.

İslâmî edep ve ahlakla ilgili en temel kuralların vaz edildiği Hucurât suresinde müslüman topluma, “Tecessüste bulunmayın” mealinde bir emir tevcih edilmiştir. Taberî gibi bazı müfessirler bu ilahi emri, “Birbirinizin gizli saklı yönlerine merak salmayın, birbirinizin kusurlarını faş etmek arzusuyla sırlarını araştırmayın. Siz siz olun, insanların bilginiz dâhilinde olmayan sırlarıyla değil de aşikâr olan halleriyle ilgilenin, onları bu açık halleriyle övün ya da zemmedin” diye izah etmiştir. Hz. Peygamber de ahlaken marazlı kimselere ve/veya münafıklara hitaben, “Müslümanların dedikodusunu yapmayın, onların gizli ayıp ve kusurlarını araştırmayın. Her kim onların gizli kusurlarının peşine düşerse, Allah da onun gizli kapaklı ayıplarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa, onu bizzat kendi evinin içinde dahi rezil rüsva eder” buyurmuş, diğer bazı hadislerde isebir kimsenin insanların gizli halleriyle ilgili bilgileri saklaması durumunda Allah’ın da kıyamet gününde onun ayıp ve kusurlarını saklı tutacağı, buna karşılık insanların özel hayatlarına dair bildiklerini etrafa yayanların kıyamet gününde gizli kötülüklerinin açığa çıkarılıp rezil edileceği vurgulanmıştır.

Fethullah Gülen’in hemen her vaazında “insanlığın iftihar tablosu” diye atıfta bulunduğu nebevi öğretide telkin ve tavsiye edilen ahlak işte böyle bir ahlaktır. Bu noktada, “Tecessüs konusu olan ayıp ve kusurun toplumu ilgilendirmesi ve gizli-saklı kalması halinde kamu menfaatine zarar verecek olması durumunda zaruri olarak tespit ve gerektiği kadar teşhir edilmesinde beis yoktur” gibi bir fetvadan söz edilebilir; lakin insanların özel hayatlarının görüntülü kayıt altına alınıp bu suretle harim-i ismetlerine tecavüzde bulunulmasını İslami edep normları dâhilinde tecviz edebilecek bir fetva üretmek hiç mümkün değildir. Kaldı ki tecessüsü kamu yönetimi bağlamında ele alan İslam âlimleri resmi görevlilerin dahi zaruret olmadıkça insanların özel hayatlarını denetleyip gözetleyemeyeceklerini belirtmiş ve buna delil olarak da şu meşhur rivayeti nakletmişlerdir:
Hz. Ömer Medine sokaklarında dolaşırken bir evden tuhaf sesler geldiğini fark eder. Ardından evin duvarından atlayarak içeri girer ve evde içki âlemi yapıldığına tanıklık eder. Bunun üzerine ev sahibine çıkışır; ancak ev sahibi Hz. Ömer’e tecessüsü yasaklayan Hucurât 49/12. ayet ile evlere kapılarından girilmesi gerektiğini bildiren Bakara 2/189 ve başkalarının evlerine selamsız-sabahsız ve hane halkından izinsizgirilemeyeceği hükmünü içeren Nûr 24/27. ayeti hatırlattıktan sonra, “Ben bir günah işledim, ama sen üç günah işledin” der. Hz. Ömer de bu söz üzerine ev sahibinden özür diler.Tefsir ve hadis kaynaklarında geçen başka bir rivayete göre de İbn Mes’ûd’un huzuruna bir adam getirilir ve “İşte bu, sakalından şarap damlayan berbat bir adamdır” diye şikâyet edilir. İbn Mes’ûd ise, “Biz ayıp kusur aramak ve bunun dedektifliğini yapmaktan men edildik. Bu sebeple biz ayıp ve kusuru açıkça gördüğümüz takdirde muaheze ederiz” demek suretiyle tam bir ahlak ve edep dersi verir.

İmam Gazâlî de İhyâ adlı meşhur eserinde, muhtesibin (kamu denetçisi, şehremini) yetki ve salahiyetini kullanma şartlarını sıralarken kötü bir işin soruşturma konusu edilebilmesi için tecessüs yoluyla açığa çıkarılmadan apaçık görünmesi gerektiğine dikkat çekmiş ve bir kimsenin evinin kapısını kapaması halinde kötü bir iş yaptığı şüphesiyle muhtesibin içeriyi gözetlemesinin caiz olmadığını söylerken Hz. Ömer’le ilgili mezkûr rivayeti nakletmiştir. Öte yandan Hz. Ömer bir konuşmasında insanları açık seçik biçimde yapıp ettiklerine bakarak değerlendireceklerini, saklı tuttukları işlerin Allah ile kendi aralarında kalacağını dile getirmiştir. Kur’an ve Sünnet temelli bu prensip uyarınca İslam âlimleri devletinyaptığı gizli denetleme, dinleme ve izlemeler konusunu işlerken dünyevî meselelerde zahire göre hükmedileceği, gizli hallere dair hükmün ise Allah’a ait olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna göre özel hayatın gizliliği temel bir haktır; insanların özel hallerini kendilerinin dışarı vurması veya gizledikleri şeylerin aleniyet kazanması gibi durumlar dışında bu hak ihlâl edilemez.

Başta Kur’an’ın tecessüsle ilgili kesin yasak hükmü olmak üzere, Hz. Peygamber ve sahabilerin ayıp kusur araştırmamak, başka insanların, özellikle de müslümanların ayıplarını saklı tutup faş etmekten kaçınmak hususundaki onca beyanlarına rağmen, bugün bu ülkede, neredeyse hemen her vatandaşın zihninde, “Acaba benim telefonum da dinleniyor mu? Acaba benim kasetim de internete düşer mi?” gibi düşüncelerin dolaşması ve bu durumun topyekûn bir paranoyaya yol açması acaba nasıl izah edilebilir? Dahası bu büyük reziletin kendini İslami ahlak ve edebe azami ölçüde riayet kıstasıyla tanımlamakla maruf olan bir cemaatle özdeşleştirilir hale gelmesi, ahlak ve fazilet söyleminin pratikte ahlaksızlığa dönüşmesi olgusundan başka neyle izah edilebilir?

Bütün bu tespit ve değerlendirmelerimize mukabil cemaat cephesinden, “Bizim bu tür işlerle hiç ilgimiz yok” şeklinde bir beyan sadır olması muhtemeldir. Fakat gerek cemaat medyasının tele-kulak skandallarını meşrulaştırma yönündeki müthiş çabası, gerekse Gülen’in, “Bir büyük zat… Bir dönemde, senelerce evvel… Bana bir akşamüstü bir telefon geldi… Dediler ki nefsine uyarak bir yerde bir alüfte ile buluşmaya gidiyor ve aynı zamanda birilerini de komplosu olabilir…” diye devam eden konuşması, cemaatin kâh devlet bünyesinde güç ve nüfuz kazanma, kâh devlet kurumlarına sızma, kâh yeri ve zamanı gelince çok etkili bir tehdit ve şantaj malzemesi olarak kullanma gibi saiklerle hemen her türlü tecessüs işini itinayla yaptığını ve/veya en azından tecessüs yoluyla elde edilen gizli ses ve görüntü kayıtlarını tıpkı bir mıknatıs gibi kendine çekip topladığını belgeler niteliktedir ki bu da bize göre ahlâkî tefessühün (çürüme ve kokuşma) ta kendisidir!

Kaynak: http://www.haberci28.com/tr/yazigor.aspx?yazid=895

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder