Beddua Seansları Bitti, Kerbela Mersiyesi Verelim: “Medet Ya Mazlum Hüseyin!”

Temel dinî metinler, kavramlar, kıssalar ve gerçekte siyasi içerikli/nitelikli olduğu halde kasd-ı mahsusla dinî kisveye büründürülüp mitleştirilen bazı tarihi olayların İslam coğrafyalarında öteden beri çok değerli bir sembolik sermaye olarak kullanılıp semerelendirildiği gayet iyi bilinen bir gerçektir. Yinekülliyenhayali olduğu halde İslam literatüründe tarihî gerçek gibi kendisine yer bulmuş birtakım kurgusal hadiselerin mevcudiyeti de iyi bilinmektedir.
Kurgusal tarih üretme ve böyle bir tarihten delil devşirip hasmı ilzam etme hususunda Şia’nın en mahir fırka olduğunu belirtmek gerekir. Öyle ki bazıŞiîtefsir kaynaklarıHz. Âişe, Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi sahabilere yönelik derin kin ve nefretin bir göstergesi olarak, meşhur İfk hadisesinde Hz. Âişe’nin Hz. Peygamber’e, “Evladım diye ölümüne üzüldüğün İbrahim var ya, işte o çocuk senin değil, filan Kıptinin sulbündendir” dediğine dair akla ziyan sözler içerir. Üstelik bu tür sözler çok kere İmam Muhammed Bâkır ve Cafer es-Sâdık gibi fazilet sahibi isimlerin dilinden nakledilir.
İslam irfan geleneğinde rüya, keşf, ilham gibi kavramlarla ifade edilen bilgi kanallarının muhtelif dinî cemaatler ve hareketlerce istismar aracı olarak kullanıldığı da müsellemdir. Nitekim Fethullah Gülen ve takipçilerinin bilhassa son günlerde dillerine pelesenk ettikleri Hz. Peygamber temalı düzmece rüya hikâyeleri söz konusu istismarın belki de en vülger şekli olarak tarihe geçmeye namzettir. Gülen hareketi her ne kadar tarifsiz bir özseverlikle kendini İslam dünyasındaki tüm dinî gruplar ve oluşumlardan farklı ve ayrıcalıklı görse de, yeri ve zamanı geldiğinde yahut iş başa düştüğünde en başta irfan ve tasavvuf kültürü olmak üzere İslam medeniyetindeki tüm birikimi”miri malı” gibi kullanıp kirletmeyi marifet bilmektedir.
Rüyaları heder etmek
Rüya, Gülen hareketinin kirletip heder ettiği irfânî-tasavvufî kavramların başında gelir, denilse yeridir. Oysa İslam tasavvuf kültüründe idrâkât/vâkıat/letâifgibi derin anlamlı kelimelerle de isimlendirilen, üstelik seyr-i sülûkun önemli bir unsuru olarak görülen rüya irfanî epistemolojide marifet ve hikmet kaynağı olarak kabul edilir. Yine Hak kaynaklı sadık rüyalar insanı tövbe, taat ve ibadete sevkedici olarak bilinir. Sözüm ona Hz. Peygamber sayesinde sınav sorularına muttali olmaya veya tweet sayısını ikiye katlatmaya yarayan rüyalar ise şeytan ve nefs kaynaklı “adğâsü ahlâm” diye nitelendirilir.
Kur’an’da geçen kıssalar ve bu kıssalardaki kahramanlar da bilhassa hal-i hazırdaki verili duruma uyarlanmak üzere ideolojik tarih perspektifiyle okunduğunda kitleleri motive edici bir istismar aracına dönüşebilmektedir. Bu konuda özellikle Fethullah Gülen’in çok mahir bir vaiz olduğu izahtan varestedir. Ayrıca vaizlikte en değerli sermayenin kıssa, menkıbe ve fiten edebiyatından devşirildiği öteden beri bilinen bir şeydir.
Vakti zamanında dersini iyi çalışarak hayli vaaz sermayesi biriktirdiği anlaşılan Gülen çok kere Kur’an kıssalarını başka kaynaklardaki menkıbevi anlatımlarla harmanlayarak kendine ve başını çektiği harekete uyarlama konusunda pek mahirdir. Nitekim herkul.org sitesinde yayımlanan bir metinde, Hz. Peygamber’in, “Ümmetimden ahir zamanda kutsiler çıkacak; onlar benimle Kevser havuzunun başında buluşacak” dediğine dair yorumlanmış bir rivayete istinaden kendi takipçilerini, “Eykutsiler! Devlet kuşu, saadet kuşu sizin başınıza taa devri saadette taç olarak konduruldu biliyor musunuz? İki cihan serverinin soluduğu sohbet atmosferinden çıkan müjdeliler sizsiniz. Dünya sahnesinin son kutsi oyuncuları bu lütuf sizedir, bu piyango sizedir. Bu büyük görev sizedir ey seçilmiş kutsiler. Her gece Rasul-u Zişan’ın başınızı okşadığına, sırtınızı sıvazladığına inanır mısınız? Sizi günahlardan koruduğunu söylesem inanır mısınız? İkinci devr-i saadetin seçilmişleriniz dersem inanır mısınız?” diyerek motive edip bir çırpıda haşhaşileştirebilmektedir.
Cemaati Haşhaşileştirmek
Bu ifadelerde sıkça geçen “kutsiler” kelimesinin “sahabiler” anlamına geldiğini belirtmek gerekir. Hâliyle Gülen misyon ve konum itibariyle Hz. Peygamber’i, Gülen’in takipçileri de sahabeyi temsil etmektedir. Gülen ve takipçilerinin “Ben” ve “Biz” idraki böyle olunca,  muhalif ve hasım konumunda ki insanların Firavun ve Nemrutla özdeşleştirilmesi gayet tabii hale gelebilmekte, dolayısıyla söz konusu insanların kendilerini mümin ve Müslüman olarak görüp bilmeleri böyle bir 
patolojik idrakte hiçbir değer ve anlam  ifade etmemektedir.
Son günlerde, Gülen ve medyadaki belli başlı temsilcilerinin yeniden kutsallığa soyunup bir takım kıssalar ve dinî temalı tarihî olaylar üzerinden konuşmaya başlaması rüya gibi diğer istismar araçlarının bizzat kendileri tarafından sulandırılmasına ve işlevsiz kalmasına bağlanabilir. Kim bilir belki de Gülen ve ekürisi bugünlerde sık sık rüya göremiyor ya da artık rüyalarına Hz. Peygamber teşrif etmiyor(!) Hâliyle bu durum özellikle tabandaki kitlenin dağılmasına mani olmak için yeni bir manevi motivasyon ve destek aparatına ihtiyaç hissettiriyor. Son günlerde keşfedilen kullanışlı istismar aparatı, İslam tarihindeki birtakım dramatik ve trajik olaylara atıfla konuşmak, bu olayların kahramanlarına ait rolleri kendi konum ve pozisyonlarına uyarlamak gibi görünüyor. Söz konusu istismar aparatının son kullanım örneklerinden biri Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni olarak tanınan şahsın, “Ey Kûfe Halkı!” başlıklı yazısında (Zaman, 29 Aralık 2014) karşımıza çıkıyor.
Bu şahıs kendisini ve mensup olduğu hareketi Hz. Hüseyin ve onunla birlikte Kerbela’da şehid düşen bir grup müminle, hâl-i hazırdaki siyasi otoriteyi de Yezid’le özdeşleştirmekte, üstelik bu özdeşliği kurarken Anadolu Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Cengiz Hortoğlu’nun Zaman gazetesinde yayımlanan bir yazısındaki “Kûfelilik ruhu” kavramlaştırmasına atıfla, “Sütten çıkmış ak kaşık gibi tertemiz ve masum cemaatimize Yezid’in bugünkü temsilcileri konumundaki siyasi otoritenin reva gördüğü bunca zulme sessiz kalan milyonlar tıpkı Kerbela’da işlenen zulme kâh devlet korkusu kâh menfaat kaygısıyla seyirci kalan Kûfe halkı gibidir” demeye getiriyor.
Bugünün Türkiye’sinde Hz. Hüseyin ve Yezid’i kim temsil ediyor meselesi bir tarafa, söz konusu şahsın referans kullanma ve argüman oluşturma tarzı ahlâkîlik, ilmîlik, ilkelilik, dürüstlük, tutarlılık gibi hiçbir müspet özellik taşımamakta, bilakis gerek müntesibi olduğu hareketin başındaki kişinin, gerek onun sıkı takipçilerinin her zaman ve zeminde yapageldikleri üzere, “hedefe ulaştıracak her türlü yola girip çıkmak mubahtır” anlayışını fiilî temsilde Makyavelizme rahmet okutturmaktadır. Zira Fethullah Gülen ve müntesiplerinin genelde Şia ve Şiîliğe, özelde Aleviler ve Aleviliğe hiç sıcak bakmadıkları, aksine öteden beri İslam’ın belki de en dar Sünnî yorumuna sahip çıktıkları hemen herkesin malumudur.
Gülen hareketinin son yıllarda Alevilerle yakından ilgilenmesi Alevi din ve İslam anlayışını onama veya bu kültürün çocuklarını bağrına basma gibi bir saikle değil, tıpkı dinlerarası diyalog meselesinde olduğu gibi, kendilerine alan açma veya nüfuzlarını her alana yayma projesinin bir aracı olarak görme ve bu uğurda bütün her şeyi basit bir nesne gibi kullanma stratejisiyle ilgilidir. Zira Said Nursi’nin Kürt olduğunu öğrenince buna hayıflandığına ve bu yüzden onunla vicahen tanışamadığına dair yaygın söylentilerin de ima/işaret ettiği gibi çok tahammülsüz ve dar kalıplı bir karakter ve kişiliğe sahip olan Gülen’in yıllar yılı savunduğu sözde sıkı gelenekçi Sünnî İslam anlayışında en azından heterodoksiye tekabül eden Aleviliğe kelâmî-itikadi açıdan hüsnü nazarla bakması ihtimal dâhilinde değildir. Kaldı ki bu zatın ve İlahiyat akademyasındaki temsilcilerinin dinî alanda geleneksel kabullere aykırı her yeni görüş ve yoruma ne denli mesafeli durdukları gayet iyi bilinmektedir. Meseleyi daha iyi kavramak için Yeni Ümit dergisinin Tarihsellik konulu elli sekizinci sayısındaki makalelere bakılabilir. Bu sebeple, Gülen ve hareketindeki sıkı gelenekçi kalın kabuğun bir anda kırılıp bertaraf olması pek olası değildir.
Yezid kim Hüseyin kim?
Haddi zatında Gülen ve takipçileri için amaca ulaştıran her şey, başta din ve dinî değerler/semboller olmak üzere insan, tarih, kültür, inanç gibi bütün her şey birer enstrümandır. Bütün bu enstrümanların her çeşit kullanımı ve istismarı mubah hükmündedir. Dolayısıyla Gülen’in “Ben Aleviyim” sözü de, malum Cami-Cemevi projesi de aynı hükme dahildir. İşte bunun içindir ki “Ey Kûfe Halkı” başlıklı yazının sahibi olan şahıs da bugün Kerbela, Hüseyin ve Yezid konusunda tıpkı “Her gün aşura, her yer Kerbela” diyen ya da Kerbela’yı cennet bahçesi, miraç yeri ve Kabe’nin muadili olarak gören bir Şiî veya “İmam Hüseyin Ata” kavramlaştırmasıyla tanınan Tahtacı Alevisi veyahut Yezid kelimesine “Kızılbaş Türkmenlerin varlığına kasteden herkes” gibi sembolik bir anlam yükleyen Evci Türkmen Alevisi edasıyla konuşmakta ve sonuçta bu tarihi hadiseyi mitleştirerek yorumlamaktadır.
Söz konusu şahsın bugün bir Şiî ve Alevi üslubuyla konuşmasına mukabil, Gülen’in İlahiyattan sorumlu elemanları çok yakın bir geçmişte (02 Mart 2014) durduk yere “Ailenin Korunması ve Mut’a Fitnesi” konulu bir sempozyum düzenleyip bu vesileyle hükümet cephesindeki bazı siyasi figürlere aba altından sopa göstermeye çalışırken Sünnîliğin yılmaz bekçisi ve Şiîliğin en yaman hasmı gibi davrandıkları da hafızamızdaki tazeliğini korumaktadır. Bu durum İbn Rüşd’ün tehafüt tartışmasında Gazali’yi eleştirmek için zikrettiği, “Eş’arîlerle Eş’arî, sûfîlerle sûfî, filozoflarla filozof olmuştur” sözünü hatırlatmaktadır.
Bahsi geçen sempozyumun düzenlendiği tarihlerde Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan bir değerlendirme yazısına göre, “Tapeler, hakaretler havada uçuşurken Gülen Hareketi’nin bir anda mut’a başlıklı bir sempozyum düzenlemesi ancak iki sebeple açıklanabilir. Ya organizasyon sahipleri böyle bir çalışmanın 15-20 umre sevabına denk geldiğini düşünüyordur ya da birilerine açıkça ‘Elimizde mut’a nikâhına dair kayıtların var’ yollu üstü kapalı bir tehdit mesajı yollanıyordur.
Burada Gazâlî’den söz edilmişken şunu da belirtmek gerekir ki Kerbelâ hadisesinde Gazâlî ne Şiîler gibi bu hadiseyi mitleştirip Yezid’e lanet okumayı, ne de Ebû Bekr İbnü’l-Arabî ve diğer bazı âlimler gibi Hz. Hüseyin’i bölücülük ve ayrılıkçılık gibi veballerle sorumlu tutmayı isabetli görür. Aksine Gazâlî Ehl-i Sünnet’in çoğunluğunca da benimsenen itidalli ve ihtiyatlı bir yaklaşımla Hz. Hüseyin’in mazlum olarak öldürüldüğünü söyler ve fakat ardından beddua edip lanet okumayı vird-i zeban haline getirenleri de çok yakından ilgilendiren şu ifadeleri ekler: “Bir kişi hayatı boyunca, örneğin İblis’e, Ebû Cehil’e, Ebû Leheb’e ya da şerli insanlardan herhangi birisine lanet okumazsa, o kişiye niçin lanet okumadın diye sorulmaz. Buna mukabil bir Müslüman’ı Allah katında günahsız ve suçsuz olduğu bir konuda zemmedip lanetleme hatasına düşerse helake maruz kalır.”
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 15 Ocak 2015
Kaynak: http://haber.star.com.tr/acikgorus/beddua-seanslari-bitti-kerbela-mersiyesi-verelim--medet-ya-mazlum-huseyin/haber-987340

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder