Cemaati Tenkit Yazılarıma Yönelik Tenkitlerin Tenkidi


17 Aralık 2013’ten bugüne değin Gülen cemaatine dair bir dizi eleştiri yazısı yazdım. Hemen tamamı Star Gazetesi Açık Görüş’te ve bu sayfada yayımlanan bu yazılar birçok kimsede rahatsızlık yarattı; kimileri “Hoca, AK Parti’den gelecek siyasi bir ikbal peşinde” yorumları yaparken, kimileri de “Hoca, politize oldu; Kur’an ve tefsir ilminin ağırlığını korumak yerine siyasi magazine savruldu” gibi değerlendirmelerde bulundu.

İlkin, “Hoca politize oldu” diyenlerden başlamam gerek. Cemaatin ahtapot gibi bütün ülkeyi sarıp adeta işgale uğrattığı çok geç de olsa ortaya çıkmışken, hemen her gün cemaatin yayın organlarında Hz. Peygamber’i kamyonete bindirmek gibi iğrenç pespayeliklere şahit olunurken, ben politize oldum, öyle mi? Peki, siz olmadınız da ne oldu? İsterseniz, ben söyleyeyim ne olduğunu. Cemaat denen meş’um yapının meşru hükümet ve devlete tasallut operasyonuyla patlak veren bu büyük kavganın yarattığı hengâmede kiminiz sırf AK Parti’ye, Tayyip Erdoğan’a veya yaşadığınız yerdeki AK partili bazı siyasetçilere kızgınlık, öfke ve nefretinizden dolayı, “Aç itler gibi dalaşıp yiyin birbirinizi” diyerekten el ovuşturuyorsunuz. Hükümet-cemaat kavgası ülkeyi başbakanlık önünde yazar kasa atıldığı günlerin eşiğine getirecek olsa bile, umurunuz değil. İki taraf birbirini yesin, bu arada sizin yüreğinize yeter ki su serpilsin. Nasılsa, her darbe veya büyük kriz vasatlarının akabinde olduğu gibi, elbet bugünler de geçer ve her ne kadar ülke on-yirmi yıl geriye gidecek kadar kan kaybetse de, biz bunlara alışkın olduğumuzdan, yine yeniden makara sarmaya başlarız. Bu memleketin ekmeğini yiyip suyunu içen insanlar olarak, yazıklar olsun size!

Bizi politize olmakla suçlayan kimileri de hâl-i hazırdaki kavgayı Hz. Musa’nın ablası gibi uzaktan ve çaktırmadan seyretmeyi yeğlemekte. Niçin? “Aman, efendim, ne olur ne olmaz. Biz iki tarafta da yer almayalım, tarafsızmış gibi davranalım; zira kimin kaybedip kimin kazanacağı pek belli değil” diyerekten, ahlak, onur ve omurga sahibi olmanın kitabını yazmaya namzet olmayı sürdürüyor. Ortalık sakinken, mesela, “Dinî, felsefî ilimlerin Kur’an’ını ancak ben yazarım. Memleketin bütün sorunları üzerine en iyi ahkâmı ben keserim” diyecek kadar mütevazı(!) olan, hemen her entelektüel platformda yazıp konuşanlar, şimdilerde sanal medyada -tıpkı yıllar öncesinin TRT televizyonunda yayın kesildiğinde ekrana gelen manzara resimleri gibi- manzara paylaşmakla meşguller. Bunlar da hâl-i hazırda entelektüel ve aydın sorumluluğunun kitabını yazmaya namzet görünüyorlar. Yine bizi politize olup ilmin namusunu korumamakla itham eden bazıları ise facebook gibi ortamlarda, “Kur’an şuradan geçti, tefsir buradan gitti” geyikleri yapmak veya büyük hoca ziyaretleri yaparak ilim ve âlimlere ne kadar saygılı olduklarını teşhir etmekle meşgul olup bütün bu dehşet verici olaylar karşısında sağır-dilsiz gibi davranıyorlar. Sizin tefsirinizin de ilme hürmetinizin de adı batsın.

Ülkedeki bu kavga sürdükçe ve cemaat denen bu meş’um örgütün bu ülke insanına ihanetinin hesabı görülmedikçe, benim ilimle de tefsirle de işim yok. Niye mi, zira yarın bir gün “Kur’an’da Fethullah Gülen’in Mehdiliğini Müjdeleyen Ayetler” gibi bir kitap yazmaya mecbur edilmemek, çoluk çocuğumun ikbal ve istikbali için Zaman gazetesine abonelik, Işık dershanesine bilmem nelik gibi şeylere mahkûm edilmemek için. Kısaca, bu ülkede nefes alarak yaşayabilmek, kendi bileğimin ve emeğimin hakkını alabilmek, cemaate itiraz ettiğimde mahremiyetimi internette seyretmek gibi bir durumla karşılaşmamak ve aynı zamanda biriyle mücadele edeceksem açık bir aktörle mücadele edip sırtımdan hançerlenmemek için…

Belli ki bütün bunlar sizin için pek önemli değil. Zira siz her zaman ve zemine uyum sağlayabilirsiniz. Cemaat hükümferma olursa, tıpkı 28 Şubat döneminde yaşandığı gibi, derhal gider, çocuğunuzu malum okullara kaydettirir, ardından Zaman gazetesine abone olur, pek tabii ki Türkçe olimpiyatlarında en ön sıralarda da oturursunuz. Yok eğer Kemalistler, Laikçiler iktidarı ele geçirirse, o zaman da susar, gerekirse kızınızın, eşinizin başını bir çırpıda açtırırsınız. Nasılsa onursuz, omurgasız duruşu “sabır” diye kavramsallaştırmaya alışkınsınız.

Gelgelelim, bizi AK Parti’den siyasi ikbal beklemekle itham edenlere, evvela şunu söylemem gerekir ki 11 yıllık AK Parti döneminde ve bu dönemin İlahiyat camiasında siyasi iktidarın en büyük kazığını yiyenlerin başında gelirim, desem pek abartmış olmam. İsterseniz, birkaç somut örnek vereyim. Bu iktidarın çok yakın geçmişte YÖK yürütme kuruluna atadığı bir hadis hocası  (İbrahim Hatipoğlu) -ki bu hadis hocası üniversite yıllarında elimde büyüdü desem, yalan söylemiş olmam- tarafından “28 Şubatçı” olmakla yaftalanan benim. Üstelik tam da 28 Şubat sürecinde 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi iken o günkü fakülte dekanı Osman Zümrüt tarafından istifa dilekçesi imzalatmaya zorlanan ve nihayetinde güç bela soluğu Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde alan da benim.

AK Parti döneminde, birçok paralel İlahiyatçı yeni açılan fakültelere kurucu dekan olurken ve yine Ülkücü siyasi görüşe sahip İlahiyatçılar bile istedikleri fakülteye geçebilirken, muhtemelen tarihselciliği savunmamdan olsa gerek, şu güne kadar Şırnak İlahiyat’tan bile teklif almayan, üstüne üstlük kendi fakültemde ve tefsir anabilim dalında dâhili ve harici paralelciler tarafından yürütülen birkaç akademik transfer operasyonuna maruz kalan da benim.

Bundan bir-iki yıl kadar önce, memleketim Giresun’da açılan İslami İlimler Fakültesi’ne bizzat Giresunluların istek ve arzusuyla kurucu dekan olmam söz konusu olduğunda, YÖK nezdinde, bilhassa Yekta Saraç’ın ayak diremesiyle engellenip AK partili kimi bürokratlar tarafından “sapkın görüşlülükle”, kimileri tarafından ÖDP’li olmakla, Cem Zorlu gibi kimi AK parti milletvekilleri tarafından çok daha çirkin yakıştırmalarla önü kesilen de yine benim.

Bu birkaç örnek bile AK Partinin iktidar dönemindeki konumum hakkında yeterli fikir verecektir, sanırım. Bizim derdimiz, AK parti muhipliği filan değil, daha önce de söylediğim gibi, bu toprakların insanına rahat nefes alarak yaşanacak bir memleket kalmasıdır. AK parti bugün vardır, yarın yoktur. Kaldı ki AK parti gitsin istiyorsanız, ne şekilde gideceğinin yolu da herkesçe malumdur. İşte 30 Mart seçimleri, eli kulağında. Gidersiniz, sandık başına, istediğinizi vezir, istediğinizi rezil edip gelirsiniz. Peki, ya cemaat! Bu yapıyı sandıkla mandıkla def-ü ref edeceğine aklınız kesiyor mu? Cemaat devletin kılcal damarlarına kadar öyle sızmış, öyle çöreklenmiş ve tıpkı bir kene gibi öyle yapışmış ki bu yapıyı spatulayla kazımaya kalksanız, kazıyamazsınız. Hâsıl-ı kelam netice-i meram, bizi siyasi ikbal peşinde koşmakla itham edenlere de yazıklar olsun! Aynı şekilde, ülkede hiçbir şey olmamış, her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranan, bu arada kendisini mehdi gibi gören ve Allah tarafından seçildiğini vehmeden bir kişinin bu memleketin hayrından başka her şeye hizmet eden meş’um emellerinin ülkeyi yangın yerine çevirdiği şu ortamda, başta İlahiyat profesörleri olmak üzere bu ülkede aydın ve entelektüel sorumluğu taşıyan onca unvanlı figürden çıt çıkmaması karşısında söylenecek tek söz vardır: Cümlenize birden yazıklar olsun!

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 19.02.2014

Kaynak: http://www.haberci28.com/tr/yazigor.aspx?yazid=882

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder