Günay Hocam(ız)ın Ardından


“Kör ölür, badem gözlü olur” derler ki bu söz kahir ekseriyetle doğrudur; ama merhum Günay hocamız için kesinlikle yanlıştır. Çünkü merhum hocamız, Hakk’ın rahmetine kavuşmadan önce de Giresun İmam-Hatip lisesinin belki de bütün öğrencileri nezdinde hep “badem gözlü” olagelmiştir. Ben, Günay hocamın 1980’li yılların başlarında öğrencisi oldum; onun hemen her derste okul numaramın başındaki 2 rakamını hızlı ve vurgulu biçimde telaffuz ederek, “203, (anlat manasında) anat bakiim” demesini hiç unutmadım. Yıllar sonra yine aynı okulda hocamla öğretmen olarak da birlikte çalıştım. O dönemde de, “Mustafacım, bana verdiğin ödevleri halen saklıyorum” demesini hiç unutmadım

Günay hocama sonsuz minnet ve şükran borçluyum. Neden diye merak edilirse, hemen söyleyeyim: Takvimler 1980’li yılları gösteriyordu; o yıllarda dinî terbiye ve tahsilin hemen her türü, evde, Kur’an kursunda, İmam-Hatip lisesinde çoğunlukla, “Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” usûlünce icra ediliyordu. Bu usûl, daha çocukluk ve gençlik çağındaki bizlerin din ve dinin bütün bileşenlerine ister istemez ciddi bir mesafe koymamıza, kimi zaman da ana-babamızla çok büyük bir kavgayı göze alarak İmam-Hatip lisesinden fiilen ve zihnen kopmamıza sebebiyet veriyordu. Okuldan ayrılamayan öğrencilerin birçoğu ise din denince boğuluyor, belki de uğunuyordu.

Söz konusu yıllarda başta dindar babalar olmak üzere İmam-Hatip lisesindeki meslek dersleri öğretmenlerinin kahir ekseriyeti -buna ben de maalesef dahilim- iyi öğrenci yetiştirmenin vazgeçilmez yolunu şiddet olarak görüyordu. Bu yol ve yöntemin o dönemlerde çok yaygın olması, en azından bir yönüyle ve bana göre zamanın ruhundan neşet ediyordu. Çünkü seksenlerde pek çok dindar hanelerde evlatlar, Kur’an kursunda hafızlık çalışan talebeler, asker ocağında acemi erler, sanayi sitesinde çıraklar da çok kere aynı yöntemle terbiye ediliyor ve sonuçta şiddete maruz kaldıklarından, olgunluk çağlarında farkında olmaksızın kendileri de dayak-köteği iyi bir yol olarak görüyorlardı.

Bu hikayeyi maalesef bilfiil yaşamış biri olarak söylemeliyim ki İmam-Hatip yıllarında meslek dersleri hocalarından gördüğüm/gördüğümüz hafif, orta, zaman zaman da pek şedit ölçekli şiddet asla ve kat’a hayınlık ve gaddarlığın değil, “Bizim çocuklar adam olsun, savurulup kaybolmasın” diye özetlenebilecek bir halis niyet ve samimiyetin eseriydi. Bu sebeple, başta babam olmak üzere, tüm meslek dersi hocalarımı az çok anlayabildiğimi, haliyle hepsinden razı olduğumu belirtmek isterim.
Bu meseleyi paranteze alıp tekrar öğrencilik yıllarına geri döndüğümüzde, o yıllarda dinî-ahlâkî terbiye yönteminin daraltıcı, bunaltıcı havasından biraz olsun kurtulup soluklanmak söz konusu olduğunda, işte o soluk bize Günay hocamızdan gelirdi. O bizi İmam-Hatip liselerinde öteden beri yaşanan meslekçi-kültürcü kamplaşması ve zıtlaşmasına kurban etmedi; yakın ilgi ve alakayla İmam-Hatip’ten bir öğrenciyi “Sol” tarafa meylettirmek ve bu suretle genelde din ve dindarlara, özelde İmam-Hatip kurumuna, daha özelde ise meslek dersi öğretmenlerine küçük çaplı bir galebe çalma duygusuyla tatmine ermek uğruna bize ilgi göstermedi; aksine bizi hep biz olarak sevdi;  İmam-Hatip lisesini de yine İmam-Hatip olarak sevdi. Bu yüzden de Giresun İmam-Hatip lisesinden gelip geçen sayısız öğrenci tarafından baş tacı edildi.

Günay Hocam, hâl-i hayatında sana hep gıpta ettim; senin gibi bir öğretmen olmak istedim, ama maalesef beceremedim; seni sayısız taleben gibi ben de çok ama çok sevdim. Rabbim, ruhunu şad, mekanını cennet etsin.

Feşel Öğrencin

Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK

Kaynak: http://www.haberci28.com/tr/yazigor.aspx?yazid=964



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder