Seksenler Giresun II Ek Saha, Amatör Küme ve Tükürüklü Köfte


Seksenler Giresun II
Ek Saha, Amatör Küme ve Tükürüklü Köfte
 
1980’li yılların Giresun’unda özellikle genç ve orta yaş kuşaktaki pek çok insanın yaz-kış hafta sonları şöyle bir rahatlamak ve deşarj olmak için uğradığı yerlerin başında ek saha -şimdiki kapalı yüzme havuzunun bulunduğu yer- gelirdi. Buraya uğramayan kesimler ya hacılık ve hocalıklarıyla maruf olan muhafazakâr dindarlardan veya ek sahada maç seyretmeyi banallik olarak gören taşralı seçkinler sınıfından oluşurdu. Özellikle bu iki zümrenin dışında Giresun merkezde yaşayan insanların pek çoğu daimi olmasa dahi ne yapar eder yolunu bir şekilde ek sahaya düşürürdü.

Ek saha, amatör kümedeki futbol kulüplerinde top koşturan gençler için adeta bir mabetti. Ancak bu spor mabedi oldukça ilkel/primitif, özellikle zemini sanki betonarme gibiydi. Maç esnasında düşülüp zeminle buluşulduğunda, kol ve bacaklar sanki jiletle kazınmış gibi olur ve bu yaralar uzun zaman kaşınır, çok geç kabuk bağlardı. Kış mevsiminde ise sahanın farklı yerlerindeki su birikintileri donup buz kesilir, futbolcular ise maç öncesinde bir yandan ısınırken, bir yandan da o zamanki dandik kramponlarla buz kırma işlemi yaparlardı. Maçın oynandığı toplar yağmurlu havalarda olanca suyu çekerdi. Bu topa kafa vurmak çok kere yürek isterdi. Zira böyle bir topa kafa vurmakla mutfak tüpüne kafa atmak birbirinden farksız gibi hissedilirdi. O zamanlar çok değerli olan mikasa topla oynamak ise çok büyük bir nimetti.   

Ek sahadaki en heyecanlı maçlar birinci amatör küme kulüpleri arasında, bilhassa Seka Aksu spor ile Şafak veya Görele spor, Giresun Amatör ile Bulancak spor veya Karadeniz Gücü gibi takımlar arasında vuku bulur ve bu maçların heyecanı ve seyirci kitlesi bazen Giresun Spor maçlarıyla eşdeğer bile olurdu. Ek sahanın dağ tarafına bakan kale arkasındaki derme çatma merdivenli tribünündeki sembol isim, hiç şüphesiz, “Köpek Mehmet” namıyla tanınan rahmetli ağabeyimiz ya da daha doğrusu amcamızdı. Bu amcamız “Ula hakeem!” diye narayı bastığı, bazen de yaşını başını almış amatör oyunculara “kadayıf” kelimesinin geçtiği latifeli dokundurmalarda bulunduğu zaman, o ortamda oluşan keyif vallahi tadından yenmezdi. Hele de ek sahanın girişindeki seyyar köfteciden yarım ekmek arası ve bol soğanlı bir tükürüklü köfte varsa elinizde, değmeyin gitsin keyfinize.
İşte bu ek sahada, 1980’li yılların ilk yarısında birkaç yıl boyunca ben de top koşturdum. Seka-Aksu sporda top oynadım. O yıllarda Seka-Aksu spor amatör kümenin en fiyakalı ve en iddialı kulüplerinden biri konumundaydı. Çünkü arkasında büyük bir müessese vardı. Birçok kulübün oyuncuları maça çıkacak malzeme bile bulamazken biz o zamanlar Hürriyet, Milliyet gibi ulusal gazetelerden gelen forma ve eşofman takımlarının bolluğu içinde yüzerdik. Hele bir Arjantin formamız vardı ki sormayın gitsin. Üstelik maçlara özel araçla gelir giderdik ki havamızdan geçilmezdi. Bizim o havalı geliş gidişlerimize, ellerindeki hamsi poşetinde kramponlarını taşıyan ve ek sahanın tel örgülerinin önünde tek sıra vaziyette bekleyip duran diğer birçok kulüp oyuncusu gıpta ve haset ederdi.

1980’li yıllarda Seka-Aksu spor salt sembolik açıdan değil, Akın, Hayati, Kılçık Nedim, Ahmet Şahin, Derelili Seyit, “Ela” Alaattin ve Rıdvan abi gibi üst düzey oyuncuları ve oynadığı oyunla da çok fiyakalı idi. Hemen her rakip takıma 3-5 arasında gol atar, maçları çok kere farklı skorlarla kazanırdı. Bir keresinde Şafak sporu iki-bir yendik diye soyunma odasında bazı yöneticilerden ağır fırça yediğimizi hatırlarım. Bazı zayıf kulüplere on-on beş farkla galip gelindiğini de hatırlarım. Öte yandan, Türkiye Kupa’sının ilk turunda elemeli olarak ilkin Rize Çayeli’yi, ardından Rize sporu elediğimizi, daha sonra ise gene bildiğiniz Dobi Hasan’lı, Cazipli, Tanjulu Samsun sporla ilk maçta 2-2 berabere (ki 2-0 sıfır galibiyetten sonra Samsun maçı güç bela 2-2’ye getirebilmişti), ikinci maçta 19 Mayıs stadında 2-1 yenilerek elendiğimizi de hatırlarım.

Seka-Aksu’nun bu denli fiyakalı olması, bir yönüyle amatörde parlayan hemen her oyuncunun kağıt fabrikasında işe girme imkanından dolayı bu kulübe transfer olmasıyla, diğer bir yönüyle de özellikle genç takımın mahallede çocukluktan beri bir arada top koşturan gençlerden oluşmasıyla ilgiliydi ki maçlarda çok kere gözü kapalı attığımız paslar doğru adrese ulaşırdı. Tabii bir de Aziz Ergün Hoca faktörü vardı. Hoca sezon başlarında profesyonel kulüplerdeki antrenmanlar gibi ağır antrenmanlar yaptırır, kendisi bizi önüne katarak Seka’daki sahadan başlayıp Ülper köprüsünden karşıya, sonra Andal ve Abacıbükü’ne ve nihayet tekrar Seka’ya kadar koşturur, kendisi de arabayla arkamızdan takip ederdi.

Yanlış hatırlamıyorsam, Akın sporla oynadığımız bir maçta, Maradona’nın 1986 dünya kupasında İngiltere’ye attığı ilk gole benzer bir gol atmam üzerine, tribünden “Sen benim ilahımsıııın!” diye garip bir ses yükseldi. Bu sesin sahibinin “Dalokay Fethi” olduğunu sonradan öğrendim. Fethi ağabey ballandırarak, abartarak anlatmayı pek severdi, sanırım hâlâ da seviyor. Buradan kendisine selam ve sevgilerimi gönderiyor, sağlık ve afiyet diliyorum.

O yıllarda top oynardım oynamasına, fakat babamdan da çok fena korkardım. Zira top yüzünden yediğim dayakların Karadeniz’e köprü olduğunu söylesem, pek abartmış olmam. Hatta bir keresinde babamın maç oynandığı sırada sahaya girip beni dışarı çıkardığını hatırlarım. Sonuçta, babamın terbiye maksatlı başvurduğu şiddetin dozunu onaylamadım, hâlen de onaylamam, ama evladının daha iyi bir ikbal ve istikbal sahibi olması için didinip çırpınmasını çok derin bir saygıyla karşılar ve anarım. 

Mustafa Öztürk

Kaynak: http://www.haberci28.com/tr/yazigor.aspx?yazid=991

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder