Said Nursi’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybisinden birkac Cifirli Tevil

Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Bugün risalehaber adlı internet sitesinde bizden “Said Nursi’ye iftira atan İlahiyatçı” diye söz edilmiş ve bunun üzerine bir haber yapılmış. İftira mı, haşa! Buyrun, işte size Said Nursi’nin kendi kitabından birkaç Kur’an yorumu… 

Said Nursi’ye göre Risale-i Nur nedir?

Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın bâhir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i i’caz-ı mânevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o günesin bir Şuâı ve o mâden-i ilm-i hakikattan mülhem ve feyzinden gelen bir tercüme-i mâneviyesidir.

 Said Nursi’ye göre Sikke-i Tasdik-i Gaybi nasil bir eseridir?

Bu Sikke-i Gaybiyeyi mahrem tutardık; yalnız has kardeşlerime mahsustu. Ben vefat ettikten sonra neşredilsin demiştim. Fakat zâbıta geldi, adliye hesabına onu sakladığımız yerden çıkardılar. Iki sene ellerinde kaldı. Üç mahkeme tedkikinden sonra iade edildi. Bize muhalif gayet nâmahremler dahi beraber okudular. Bize çok yabanî insanlar gördüler. Bu iki defadır Isparta adliyesinin eline başka risalelerle beraber girmiş hiçbir itiraz edilmeden geri verilmis.

Mâdem umumun nazarına istemediğimiz halde gösterilmiş ve madem Risale-i Nur’un ehemmiyetini isbat edip şâkirdlerini sevke getiriyor, kuvve-i mâneviyelerini ziyadeleştiriyor; elbette Medreset-üz-Zehra erkânlarının nesrine karar vermelerine iştirâk ederim.
SAİD


Said Nursi’den hakikatli bir Latife

Hakikatlı bir Lâtife: Sultan Süleyman-ı Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Seyh-ül-İslâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı Şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İSTANBUL’A ÖYLE BİR BOK SIÇDIN Kİ O GETİRDİĞİN SULARIN CÜMLESİ ÜZERİNDEN AKIP GEÇSE YÜZ SENEDE TEMİZLEYEMEZ”

Said Nuris’ye göre cifrin Mesruiyet delilleri

Bir zaman Benî İsrail âlimlerinden bir kısmı (Doğrusu: Beni İsrail âlimleri değil, kafir Medine Yahudileri! Çarpıtmaya dikkat. Çarpıtmanın düzeyini görmek isteyenler lütfen eski tefsirlerde Al-i İmran suresinin baş tarafı ile Ruh ayetinin tefsirine bakıversinler. (M.ÖZTÜRK)) huzur-u Peygamberîde sûrelerin başlarındaki elif-lam-mim kef-ha-ayn-sad gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:

“Ya Muhammed ! Senin ümmetinin müddeti azdır.” Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sair sûrelerin baslarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti, “Daha var.” Onlar sustular… 

İkincisi: Hazret-i Ali Radiyallahu Anh’ın en meshur kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te’lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.
Üçüncüsü: Cafer-i Sâdık Radıyallahü Anh ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zâtlar ve esrar-ı huruf ilmine

Said Nursi’nin tabiriyle “Kur’an’in bahir bir burhani ve kuvvetli bir tefsiri olan Risael-i Nur Tefsirlerden Birkac Örnek

(1)
 Nur 35’teki “Yekadü zeytuha yudiu ve-lev lem temseshu narun nurun” cümlesi, mana-yı remziyle diyor ki: “Onüçüncü ve ondördüncü asırda semavî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır, yani bin ikiyüz seksen (1280) tarihine yakındır. İşte bu cümle ile nasıl ki elektriğin hilaf-ı âdet keyfiyetini ve geleceğini remzen beyan eder. Aynen öyle de: Manevî bir elektrik olan Resail-in Nur dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu halde, külfet-i tahsile ve derse çalışmaya ve başka üstadlardan taallüm edilmeğe ve müderrisinin ağzından iktibas olmağa muhtaç olmadan herkes derecesine göre o ulûmu âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim olabilir. Hem işaret eder ki: Resâil-in Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu’cizane üç işârâtı elektrik ve Resâil-in-Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. Tarihçe-i hayatını okuyanlar ve hemşehrileri bilirler ki, “İzhar” kitabından sonraki medrese usulünce onbeş sene ders almakla okunan kitabları Resâil-in-Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş. Hem nasılki bu cümlenin mânevî münâsebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işâreti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevâfukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resâil-in-Nur’un meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor.

(2)
Hem Yûnus, hem Yûsuf, hem Ra’d, hem Hıcr, hem Suarâ, hem Kasas, hem Lukman Sûrelerinin baslarında bulunan tilke ayatü’l-kitab ilân-ı kudsîsidir. Yirmibirinci âyetin hâtimesinde bunun münasebet-i mâneviyesi bir derece beyan edilmis. Cifrîsi ise, bu âyette üç “te” bin ikiyüz eder ve iki “kef” iki “lâm” yüz eder; yekûnü bin üçyüz. Bir “ye” bir “be” dört veya bes “elif” mecmuu bin üçyüz onaltı veya onyedi (1316-1317) ederek Resail-in Nur müellifi bir inkılab-ı fikrî ile ulûm-u mütenevviayı Kur’anın hakaikına çıkmak için basamaklar yaptıgı bir tarihe tam tamına tevafuku münasebet-i maneviyesinin kuvvetine istinaden deriz: O tevâfuk remzeder ki: Bu asırda Resail-in-Nur denilen otuzüçadet Söz ve otuzüç adet Mektup ve otuzbir adet Lem’alar, bu zamanda, Kitab-ı Mübin’deki âyetlerin âyetleridir.


(3)
Evemen kane meyyiten fe-ehyaynahu vecealna lehu nuran yemşi bihi fi’n-nas…
Bu âyetin remzi latiftir. Çünki hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile, hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hususî bir surette Risale-in Nur ve müellifine bakıyor. Söyle ki: Meyten kelimesi tenvin “nun” sayılmak cihetiyle beşyüz (500) ederek “Said-ün Nursî” adedi olan beşyüze tevafukla işaret ediyor ki, “Said-ün Nursî dahi meyyit hükmünde idi.


Risalet-ün Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.” Evet, “evemen kane meyyiten fe-ehyaynahu vecealna lehu nuran” deki iki tenvin “nun”durlar. Bin üçyüz otuzdört (1334) eder ki, o aynı zamanda (Arabî tarihle) Said umumî harbde maddî ve dehşetli bir mevtten dahi hârika bir tarzda kurtulması ve felsefe ve gafletten gelen manevî ve şiddetli bir ölümden necat bulması ve Kur’anın âb-ı hayatıyla taze bir hayata girmesi tarihidir. Bu tevafuk-u manevî ve muvafakat-ı cifriye delalet derecesinde bir işarettir. “fe-ehyaynahu vecealna lehu nuran yemşi bihi fi’n-nas”da de tenvin “nun” ve şeddeli “nun” iki “nun” ve “bihi”de telaffuz edilen ya sayılmak cihetiyle bin ikiyüz doksandört (1294) eder ki, veladetinin ve hayatının birinci senesidir. Demek bu cümle ile hayat-ı maddiyesine,
evvelki cümle ile de hayat-ı maneviyesine işaret eder.


Elhâsıl: Bu âyet müteaddit ve çok tabakalarından bir işarî tabakadan hem Risalet-ün-Nur’a, hem müellifine, hem bu ondördüncü asrın ibtidasına, hem ibtidasındaki Risalet-ün-Nurun mebde’ine remzen, belki işâreten, belki delâleten bakar.


SORU: BATINİ KİME NEDİR, BATINİ TEVİL NEDİR?
KANAAT:
BU TEVİLERİ YAPAN KİŞİ BEDİZÜZZAMAN İSE O ZAMAN BATINİ- İSMAİLİ MÜELLİFLER NİÇİN ZINDIK DİYE NİTELENDİRİLİR?
NASIL BU KADAR İLKESİZ VE SEVİYESİZ OLUNUR Kİ?

Kaynak: https://serdargunes.wordpress.com/2014/09/23/mustafa-ozturk-said-nursinin-sikke-i-tasdik-i-gaybisinden-birkac-cifirli-tevil/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder