Peygamber’in Araçsallaştırılması ve Dinlerarası Diyalog

Gülen Cemaati’nin istek ve arzuyla katkı verdiği Dinlerarası Diyalog Projesi, ılımlı İslam adına genetik kodlarıyla oynanmış bir Müslümanlık ihdas etmeye müncer görünmektedir. Her ne kadar cemaat namına fikir beyan etme ehliyetini haiz bazı zevat, “dinlerarası diyalog farklı dinleri birleştirme veya bir potada eritip yeni bir din üretme teşebbüsü değildir. Bu diyalog tüm farklılıkları koruyarak herhangi bir zorlamaya girmeden, hoşgörü ve anlayış içinde ortak meseleleri konuşma, müzakere etme ve işbirliği yolları arama gayretidir” dese de bu proje aslında II. Vatikan Konsili’nde (1962-1965) hedef ve çerçevesi belirlenen yeni evrensel misyonun en önemli başlıklarından birisidir. Nitekim Papa II. John Paul, “Redemptoris Missio” adlı bildirgede tam da bu misyonla ilgili olarak, “Dinlerarası diyalog Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Diyalog süreci ‘Kurtuluşun tabi yolu Kilise’dir’ inancıyla işletilmeli ve bu minvalde tamamına erdirilmelidir” gibi ifadelere yer vermiştir.

Öte yandan aynı konsilde diğer dinlerle ilişkilere dair “NostraAetate” adlı özel bir doküman hazırlanmış, “Lumen Gentium” ve “Ad Gentes” gibi dokümanlarda ise Hıristiyanlık dışındaki dinlere mensup insanların evrensel kurtuluş planındaki yeriyle ilgili olarak şu tür açıklamalar yapılmıştır: Bugüne değin İncil’in mesajını kabul etmemiş olanlar bir şekilde Tanrı’nın halkı (anonim Hıristiyan) sayılır. İlahi kurtuluş planı yaratıcıyı kabul edenleri de kapsar. Bunların başında Müslümanlar gelir. Çünkü Müslümanlar İbrahim’in imanını paylaşırlar. Onlar tek, kâdir-i mutlak ve bütün kainatın yaratıcısı olan Tanrı’ya ibadet ederler. Yine onlar İsa’ya peygamber olarak saygı gösterir, annesi Meryem’i de hürmet ve samimiyetle yad ederler.

 Adı geçen dokümanlarda ortaya konulan kapsayıcı (inclusivist) yaklaşımda Müslümanların Tanrısal kurtuluş planına dâhil edilmesi, onların kendi İslamî inançları içinde kalarak kurtulabilecekleri anlamına gelmemekte, bilakis Müslümanlar Hıristiyanlık inancına çağrılarak kurtarılması gereken insanlar kategorisine dâhil edilmektedir. Nitekim 1980 ve 1990’lı yıllarda yayımlanan bazı bildirgelerde misyonerlik açısından diğer dinlerle ilgili resmî tutum belirlenirken, bir yandan kapsayıcı yaklaşım çerçevesinde Hıristiyanlık dışı dinler birer manevi zenginlik olarak tanınmış, ama öbür yandan da bu dinlerdeki eksikliklerin Hıristiyan mesajıyla giderilmesi gerektiği özellikle vurgulamıştır. Buna bağlı olarak Kilise’nin misyon anlayışında da önemli değişiklikler vuku bulmuştur. Yeni misyon gereğince Katolik kilisesi, diğer dinlerin mensuplarıyla diyaloga girmelidir. Çünkü Kilise bütün insanlık, diyalog da bütün insanları kurtuluşa ulaştırmak içindir. Kilise dinlerarası diyalogu Hıristiyanlaştırma misyonunun bir aygıtı/aleti olarak kullandığını kimi zaman sarih biçimde dile getirmekten de imtina etmemiştir. Katolik dünyasındaki yakın geçmişi ve temel hedefi hakkında az çok fikir verecek ölçüde bilgi aktardığımız dinlerarası diyalog projesinde Gülen hareketinin yeri ve işlevi, kelimenin tam manasıyla gönüllü hizmetkarlıktır.

Gülen’in 9 Şubat 1998’de Papa’ya ilettiği mektuptaki, “Papa VI. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik” ifadeleri bu konuda yeterli kanıttır. Gülen’in mezkur ifadelerini, “Biz hizmetle maruf/meşhur bir cemaatiz. Tabiatıyla kilisenizin deruhte ettiği misyona hizmet için de emre amadeyiz” şeklinde özetlemek de mümkündür.

Kilise’ye hizmet, Papa’ya muavenet hususunda çok açık bir irade beyanında bulunan Gülen bu konuda Kur’an’dan delil gösterme ihtiyacı duymuş ve Âl-i İmrân suresi 64. ayetle istidlalde bulunmuştur. Ancak ne ilginçtir ki bu ayet, Hz. İsa’ya ulûhiyet isnadında ısrar eden bir grup Necranlı Hıristiyan’la mübahele (lanetleşme) -ki bu kavram cemaatçilerin te’viline göre Gülen’in tüyler ürperten bedduasıyla müradiftir-  ayetiyle aynı pasajda yer alır. Genelde Ehl-i Kitaba, özelde Hıristiyanlara hitapla başlayan ayette, “Sizinle bizim aramızda doğru düzgün bir kelimeye/ilkeye gelin” çağrısı yapılır. Bu kelimeden/ilkeden maksat, tevhid inancıdır. Ancak Gülenci yoruma göre söz konusu ayet Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında zaten mevcut ve müşterek olan bir ilkeye gönderme yapmaktadır. Dahası Hıristiyanlar her ne kadar teslis gibi görünse de aslında bir tek elmasın üç yüzlü/yanaklı olmasını anımsatır biçimde tevhide inanırlar.  Böyle bir te’vile, “Mademki Hıristiyanlar bir şekilde tevhide inanır, o halde söz konusu ayet niçin böyle bir davette bulunmakta ve niçin diğer bazı ayetlerde Hıristiyanlara atfen, “Allah üç uknumdan oluşan bir bütündür” diye inanmanın düpedüz kafirlik olduğu vurgulanmaktadır?” gibi sorularla mukabelede bulunmak gerekir.

Müşterek ilkeye davet

Âl-i İmran 64. ayetteki “teâlev ilâ kelimetinsevâinbeynenâ ve beyneküm” ifadesi, “Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir ilkeye gelin” değil, “öteden beri tüm peygamberlerce tebliğ edilen tevhid ilkesine iman edin” demektir. Üstelik bu ilahi çağrının ilk ve doğrudan muhatapları, kadim pagan kültürüne ait birçok unsuru Hz. İsa’nın tevhid mesajına dahil etmek suretiyle bir anlamda yeni bir şirk dini üreten Batı Hıristiyanları değil, inanç sistemleri görece daha az karmaşık olan veya az çok insaf, iz’an gibi vasıfları bulunan Doğu Hıristiyanlarıdır. Oysa Gülen’in gönüllü hizmetkarlık için irade beyanında bulunduğu Hıristiyanlık, Doğu Hıristiyanlığı değil, modern Batı Hıristiyanlığıdır. Bu mesele bir yana, Hıristiyanları tevhide Allah davet ettiğine, bu ilahi davet de Hz. Peygamber tarafından tebliğ edildiğine göre, “Ben Müslümanım” diyen hiç kimsenin diyalog adına kelime-i tevhidden Hz. Peygamber’in risaletiyle ilgili ibareyi hazfetmesi mümkün değildir. Yüzlerce ayette Hz. Peygamber ve risaleti yok saymak düpedüz küfür ve tekzip olarak kategorize edilmiştir. Hâl böyleyken Gülen çeşitli eserlerinde kelime-i tevhidden “Muhammedünrasûlullah” ibaresini hazfetmekte sakınca olmadığını dile getirmiştir. Bizzat Gülen’in ifadelerine göre Kur’an Ehl-i Kitaba çağrıda bulunurken, “Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir kelimeye gelin” diyor. Nedir o kelime? “Allah’tan başkasına ibadet yapmayalım” Allah’a kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İşte gelin, sizinle bu mevzu üzerinde birleşip bütünleşelim. Kur’an devamla, “Allah’ı bırakıp da bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin” diyor. Dikkat edin, bu mesajda MuhammedünRasûlullah yok...

Bu fikirlerin sahibine, “Cemaat bu ülkede Hz. Peygamber’i görmeden, ondan işaret almadan neredeyse bir tek adım bile atmazken, dizi filmden kermese, Türkçe Olimpiyatından tweetlerin kesretine kadar hemen her faaliyette peygambersiz yapamazken, ülke sınırlarının dışına çıkıldığında nasıl oluyor da Hz. Peygamber’in ismi ve risalet ifadesi sırf diyalog adına kelime-i tevhidden bile bir çırpıda hazfedilebiliyor?” diye sormak gerekir. Özellikle ilahiyat akademyasında hiçbir yeni görüşe sıcak bakmamayı ve geleneksel Sünnî anlayışa sadakatten ayrılmamayı Müslümanlığın kıvam ölçütü saymakla temayüz eden isimlerin diyalog adına biz Müslümanları Hz. Muhammed’in değil de Hz. İsa’nın arkasında saf tutmaya çağırması acaba nasıl izah edilebilir? Yoksa Kur’an vahyi ve Hz. Peygamber’in risaleti insanlığın kurtuluşuna kâfi değil midir? Öte yandan, imana müteallik konularda diyalog veya başka bir sebeple pazarlık yapmak caiz midir? Yoksa içeride Hz. Muhammedli, dışarıda Hz. Muhammedsiz kelime-i tevhid önermek, çift pasaportluluk gibi bir şey midir?

‘İdrake yansıyanlar’

Gülen bir yandan diyalog adına Hz. Peygamber’i kelime-i tevhidden hazfederken, diğer yandan diyalogu perçinlemek, bunun için de İslam ve Müslümanlık arasında izdivaç tesis etmek adına, “Meryem [sırf ibadetle meşguliyet için] kendini ailesinden ve diğer insanlardan tecrit etmişti. Biz ona ruhumuzu (vahiy meleğimizi) gönderdik. Ruh ona eli yüzü düzgün bir erkek kılığında göründü” mealindeki Meryem suresi 17. ayeti şöyle yorumlamıştır: “Acaba ne idi bu ruh? Hemen büyük çoğunluğu itibariyle bütün tefsirler, ayeti kerimede, “... Ruhumuzu gönderdik...” diye belirtilen ruhun Cebrail olduğunu ifade etmektedirler. Ne var ki burada Kur’an “ruh” tabirini kullanıyor; ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin sınırları ise ihtilafın çerçevesini aşkındır; hatta Efendimizin ruhunu içine alacak kadar da geniştir. Evet, bu da muhtemeldir; zira Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı. Bu itibarla da gözlerinin içine başka bir hayal girmemişti ve girmemeliydi de. Ona sadece kendisine helal olan biri bakmalıydı. O da olsa olsa Efendimiz olabilirdi; zira o bir münasebetle Hz. Meryem’in kendisiyle nikâhlandığına işaret buyuruyordu. Bu açıdan da “Ruh”un Efendimizin ruhu olabileceği de ihtimal dâhilindedir.” (“Kuran’dan İdrake Yansıyanlar” Fethullah Gülen)

Dinlerarası Diyalog Projesinde Gülen Cemaati’nin ifa ettiği hizmet, Hıristiyanlık lehine gönüllü enkültürasyon hizmetidir. Katolik kilisesinin yeni misyon anlayışına J. Masson tarafından dahil edilen ve 1979’da Papa II. Jean Paul’ün “Catechasi Tradendae” adlı bildirgesinde yer alması neticesinde teolojik mahiyete de bürünen enkültürasyon, İncil’in mesajını dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan halkların sahip olduğu kültürlere uygun hale getirmeyi ifade eder. Enkültürasyon Kilise’nin sevk ve idaresinde farklı inanç sistemleri arasında diyalog ve uzlaşı sağlama metodu anlamına da gelir. Bu metot ilk defa ll. Vatikan Konsili’nde gündeme gelmiştir. “Ad Gentes” adlı dokümanda “Mahalli kiliseler çeşitli halkların sahip olduğu bütün zenginlikleri tespit etmek ve bunlara sahip çıkmak durumundadır. Çünkü bu zenginlikler Hıristiyan olmayan halklara Tanrı tarafından ödünç verilmiştir” gibi ifadelere yer verilmiş, “Redemptoris Missio” bildirgesinde ise “Farklı kültürel değerleri Hıristiyanlıkla bütünleştirmek suretiyle asli bir değişime uğratmak ve Hıristiyanlığı çeşitli kültürlere sokmak” diye tarif edilmiştir.

Enkültürasyon uygulamasında bir Cizvit rahip Hindistan’da Hindu Sannyasin gibi yaşayıp misyonerlik yapabildiği gibi, Latin Amerika’da bir elinde İncil, diğer elinde silah taşıyan sosyalist gerilla rahipler de peyda olabilir. Keza, Gülen cemaatinde şahit olunduğu gibi, kendi kültür ikliminde dizi filmden Türkçe olimpiyatına, Işık evleri ziyaretinden sanal medyada tweet sayısını iki katına çıkarmaya kadar hemen her faaliyette Hz. Peygamber’den istimdatta bulunma ihtiyacı hissetmek, küresel ölçekte ise kelime-i tevhidden bir çırpıda Hz. Peygamber’i hazfetmekte hiçbir beis görmemek gibi çifte standartçı bir Müslümanlıkla kaim enkültürasyon hizmetleri de yapılabilir.
Ancak ne garip paradokstur ki teorik ve teolojik zeminde adeta metatrona (baş melek) dönüşmüş bir peygamber imajı çizilirken pratikte bu kutsi imaj cemaatin “paralel eylemlerini” ibra ve tezkiye uğruna tam bir istismar aracı olarak kullanılmaktadır.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 15.02.2014

Kaynak: http://haber.star.com.tr/acikgorus/peygamberin-aracsallastirilmasi-ve-dinlerarasi-diyalog/haber-843798

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder