Zopzollu-Haccak Giresun’um


Hayli zaman oldu bu sitede Giresun yazısı yazmayalı; aslında Giresun yazılarını bu kadar geciktirmezdim ama sitenin haber ve yazı trafiğini kontrol eden sevgili kardeşim Abdullah Demir’in neredeyse son bir yıldır siteyi metruk halde bırakması -ne yalan söyleyeyim- benim de yazma iştahımı kesti. Ancak her senenin Haziran ayında olduğu gibi bu yıl da Giresun hastalığım yine depreşti. Her yıl takvimler Temmuz ayının ilk gününü gösterdiğinde, bendeniz sabahın köründe direksiyonu Giresun istikametine kırmış ve hatırı sayılır birkaç trafik cezasını peşinen kabullenerek en kısa zamanda memlekette olmak için gaz pedalını kapatmış olurdum; ama maalesef bu yıl yolculuk tarihi değişti. Çünkü 12 Temmuz’da üniversitemizdeki rektörlük seçimine katılmak durumundayım. Bu vesileyle, Giresun Üniversitesi rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Cevdet Coşkun hocamızı tebrik ediyor ve inşallah bu yaz mevsiminde “Attar” sözcüğünün geçtiği hikâyeler dinlemeyeceğimi ümit ediyorum.

Giresun’da geçirdiğim bir aylık süre hariç, bütün yıl boyunca hemen her gün yaklaşık on beş saat çalışıyorum; okumak ve yazmaktan müthiş bir mutluluk duyuyorum; en azından sadece kitaplarla meşgul oluyor ve bu sayede daha az konuşuyor, daha az günaha giriyorum. Kitaplarla hemdem olmayı özellikle ahlaki terapi açısından herkese tavsiye ediyorum. Kitaplarla haşir neşir olmak ve sürekli çalışmak kadar, Giresun’da olmak ve kadim dostlara kavuşmaktan da mutlu oluyorum. Buna mukabil çalışma odam ve memleketim dışında üçüncü bir yere adım atmaktan büyük bir yılgınlık ve yorgunluk hissediyorum. Bu yüzdendir ki yaklaşık on beş yıldır en fiyakalı tatil beldelerinin yanı başında yaşamama rağmen Bodrum, Marmaris, Datça gibi beldelerin yolunu henüz bilmiyorum; aynı şekilde yurt dışına çıkmaktan da hiç hazzetmiyorum. Sempozyum, konferans gibi vesilelerle yurtdışına çıkmak mecburiyeti hâsıl olduğunda ise faaliyet biter bitmez ilk uçakla geri dönüyorum. Ancak Giresun söz konusu olduğunda, günler sakız gibi uzasın istiyorum; çünkü Giresun’a sırtım dönük vaziyette yolculuktan nefret ediyorum.

Uzun zamandan beri, bu hissiyatımın kodları üzerine düşünüyorum; belki de en güzel hayat çağlarımızı memlekette yaşadığımız için böyle hissettiğime kanaat getiriyorum. Ancak memleketin en azından benim için sürekli ikamet edilecek, hele de akademisyenlik gibi çok fazla zaman isteyen bir mesleğin icrasına imkân verecek bir yer olmadığını teslim etmek gerektiğini de biliyorum.
Aslında memleket bizim gibiler için, özellikle “ev danasından öküz olmaz” sözünün kimi zaman çok dramatik tezahürleriyle tecrübe edildiği bir mahal ve mekândır. Memlekette insanın başı nedense hep kalabalıktır; ayak bağları fazla, dedikodusu da mebzul miktardadır. Oysa bizim en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey, salim kafa, yani az insan çok huzurdur. Şayet bu hayat sahnesindeki tuluatımızdan geriye az çok işe yarar bir miras bırakmak söz konusuysa, bu mirasın üretileceği yer memleket değil, gurbettir. Enerjimiz azalıp motivasyon ihtiyacı arttığında memleketten destek almak, ama daha sonra oradan ayrılmak gerekir. Kaldı ki ayrılık memleket sevgisini tazeleyen bir şeydir ve bu açıdan bakıldığında çok da güzel bir şeydir.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 22 Haziran 2016

Kaynak: http://www.haberci28.com/tr/yazigor.aspx?yazid=1062

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder