Said Nursî’den Gülen’e Amerika / Hıristiyanlık / Diyalog Aşkı


Bilindiği gibi FETÖ elebaşı Gülen Amerika, Hıristiyanlık ve dinler arası diyalog aşığıdır. 1997 yılındaki bir röportajında, “Amerika dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır… Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapmaya kalkılmamalıdır” şeklindeki sözleriyle Amerika sevdasını dillendiren Gülen, 1998 yılında Papa II. Jean Paul’e sunduğu mektupla da Hıristiyanlık ve dinler arası diyalog aşkını ilan etmiştir. Gülen’in ilan-ı aşk ifadeleri şöyledir: Papa VI. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik… Peki, Gülen bu umarsız aşka nasıl yakalanmıştır? Bu sorunun cevabı çok boyutludur; ama en azından bir boyutu Said Nursî ve talebelerine ait şu pasajlardadır:

Bir Derece Mahremdir

(...) Hem Salâhaddin’in [Selahattin Çelebi] Asâ-yı Musa’yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz: Misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü her halde şimal cereyanı İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekât ve hürmet-i riba ile burjuvaları avamın yardımına dâvet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir. Her ne ise bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım (Said Nursî, Emirdağ Lahikası, Sözler Yayınevi, İstanbul 1993, s. 147).

(…) Âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve Dîn-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lakaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslamiyet’le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensup Hıristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususen ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara kefaret olmakla beraber; yüz derece onlara kârdır, diye hakikattan haber aldım (Said Nursî, Kastamonu Lahikası, Sözler Yayınevi, İstanbul 1991, s. 75).

(…) Lillâhilhamd Risale-i Nur, âlî beyanatı ile ruhlarımızı teskin ediyor, hakiki dersleriyle kalplerimizi tatmin ediyor. İşte, bu günde meydana çıkan bu dehşetli cereyanı, ancak ve ancak Hristiyanlık âleminin müslümanlıkla ittihadı; yani İncil, Kur’an ile ittihat ederek ve Kur’an’a tâbi olması neticesi elde edilecek semavî bir kuvvetle mağlup edileceği iş’ar buyuruluyor ki Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın da vüruduna intizar etmek zamanının geldiğini mânâ-yı işârî ile ihtar ediyor. Mesmuâta göre bugünkü Amerika aktâr-ı âleme tedkikat için gönderdiği dört heyetten birisini bugünkü beşeriyetin saadetini temin edecek salim bir din taharrisine memur etmiştir.
Bu ise mücedditliğini mahkeme lisaniyle her tarafa ilan eden Risale-i Nur, bu muzdarip, perişan beşeriyetin en büyük bir saadeti olacağına imanımız pek kuvvetlidir… Çok Kusurlu Talebeniz Hüsrev (Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 62-63).

(…) Demokratlar [Demokrat Partililer] mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ulemayı, hem milleti memnun ve minnettar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle ezan meselesi gibi Şeâir-i İslâmiye’yi ihya için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir… Nur Talebeleri ve Nurcu Üniversite Gençliği Namına Sadık, Sungur, Ziya (Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 288).

(…) Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan imam-ı tahkîkîyi ve ehl-i imanı dalaletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale- Nur’da görmüşler... O zatın ikinci vazifesi, şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikat ve ihlas ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddi bir kuvvet ve hâkimiyet lazım ki o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zatın üçüncü vazifesi, Hilafet-i İslamiyeyi İttihad-ı İslam’a bina ederek İsevî ruhanileriyle [Hıristiyan din adamlarıyla] ittifak edip Din-i İslam’a hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir (Said Nursî, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Sözler Yayınevi, İstanbul 1991, s. 9).

Yorum yok; takdir okuyucumuzundur.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk - 8 Ekim 2016

1 yorum:

  1. Türkiye'nin Lawrence'ı Said Nuri imiş. Takdirim bu oldu yazıyı okuyunca

    YanıtlaSil